20 Şubat 2013 Çarşamba

kadıköy'de kaybolmak


Kaybettiklerimiz hep en kıymetlimizdir ya, bazen kaybetmek gerekiyor sahip olduklarımızın değerini anlayabilmek için. Kendi değerimizi anlamak içinse kaybolmamız gerekiyor zaman zaman...

Bazı yerleri birden severiz, aşık oluruz, bazı yerler ise yılların alışkanlığıyla, farkına varmaksızın sevilir, derin bir muhabbetle..

Küçükken kaybolmayı severdim. Ama öyle bulunmamak üzere değil, küçük kayboluşlar. Gerçeklikten, sorumluluklardan, hayatın baskısından kaçmak için bir teneffüs gibi.. Böyle zamanlardan birinde Kadıköy'de saatlerce gezmiştim. 17 yaşımdaydım, kendimce özgürdüm. O zamanlar Kadıköy benim için çok büyük , uzak ve karışık bir yerdi. Bir metropol taşrasında, Tuzla'da doğup büyüdüğüm için Kadıköy'ün sokaklarının çokluğunu, kalabalığı, gürültüyü aklım almıyordu. Hem korkutucu, hem çekici bir yerdi Kadıköy. Bilmediğim sokaklara dalmış, balıkçıların, kitapçıların, antikacıların önlerinden geçmiş, esnafla muhabbet etmiş, bazen çıkmaz sokaklara sapmış, bazen aynı yerden defalarca geçmiştim o gün. Küçük kayboluşlar yaşamıştım ama biliyordum ki her yokuşun sonu deniz ve kaybolduğumu hissettiğimde denize inip yolumu bulabilirim, kendimi bulabilirim.

Denizi, yokuşu olmayan şehirlerde yönümü tayin edemiyorum, kayboluşlar küçük olmuyor, kendimi çaresiz, yorgun, bedbaht hissediyorum. Her yolun sonunun denize vardığı bir iç dünyam vardı eskiden. Kaybolmaktan ürkmüyordum çünkü yolumu tekrar bulabileceğimden emindim. Şimdi içim uçsuz bucaksız bir sahra, kayboldum, kendimi bulamıyorum.

Kadıköy'e gelince, o hala yerinde duruyor, benim uğrak yerim, daimi sevgilim. Lise yıllarımda insanların Kadıköy'ü nasıl olup da sevebildiğini bir türlü anlayamazdım, şimdi anlıyorum. Kadıköy'ü sevmesem de Kadıköy'den geçmeyen bir güzergah hayal edemiyorum. Defalarca geçmem bir daha Kadıköy'den desem de her seferinde kendimi rıhtımda buluyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder