8 Mart 2012 Perşembe

saramadığımız yaralarımız-II

http://yaevdeyoksan.blogspot.com/2012/03/saramadgmz-yaralarmz-i.html

Masum bir insanı yerinden yurdundan ayırıp, neresi olduğu ve nelerle karşılaşacağını dahi bilmediği bir yere göndermek açıkça bir insan hakları ihlali meselesidir. 1915 yılında tehcire mecbur bırakılan yaklaşık 400.000 insanın hepsi komitacı, hepsi zararlı kisvesine sahip insanlar mıydı gerçekten? Yoksa aralarında masum insanlar da var mıydı? Bu soruların kesin cevaplarından yoksunuz ancak o 400.000 kişiden bir tanesi bile masum olsa bu devletin adillik sıfatına leke düşürmeye yeter.

Tehcir Yasası çıkarılırken Talat Paşa hükumetinin niyetinin ne olduğu yoruma açık. Kesin olan şu ki bu tepkiyi beklememişlerdi. Öncelerde zorbaca bastırılan isyanlar sonrası insanlar olanları unutup yine Devleti Âliyye'lerinin devamı için dua etmişlerdi. Çünkü bir tane Devleti Âliyye vardı. Ancak bu defa ezber tutmadı. İnsanların mizaçlarının değişkenlik göstermesi gibi toplumların da mizaçları değişkenlik gösterebilir.

Yasayı çıkaranlar arasında devletin devamlılığını önde tutan vatanseverler olduğu gibi, ırk ayrımından kaynaklı (yani geçerli bir sebebi olmaksızın) nefret güdenler de vardı. Ayastefanos Antlaşması(1878) sonrasında Ermenilere tanınan ayrıcalıklardan rahatsız olan bir kısım insanlar kendilerince haklı gerekçelerle içlerinde bir nefret yaratmış İttihat ve Terakki Hareketi de bunu körükleyen bir üslup benimsemişti. Ermeni Tehciri'nin görünen sebepler haricinde, derinlerinde bir nefret hareketi olduğunu da söyleyebiliriz.

Bursa milletvekili Hasan Fehmi Bey TBMM'nin 17 Ekim 1920 tarihli gizli oturumunda şöyle konuşmuştur:
Tehcir meselesi, biliyorsunuz ki dünyayı velveleye veren ve hepimizi katil telakki ettiren bir vakıa idi. Bu yapılmazdan evvel alem-i nasraniyetin bunu hazmetmeyeceği ve bunun için bütün gayz ve kinini bize tevcih edeceklerini biliyorduk. Neden katillik ünvanını nefsimize izafe ettik? Neden o kadar azim, müşkül bir dava içine girdik? Sırf canımızdan daha aziz ve mukaddes bildiğimiz vatanımızın istikbalini taht-ı emniyete almak için yapılmış şeylerdir.

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin tanımlamasına göre: öldürmese bile bir millete veya ırka yöneltilen saldırılar soykırım sayılır ve katliam olsa bile bir millete veya ırka yöneltilmediği takdirde soykırım sayılmaz. Bu tanım ışığında Ermeni Tehciri bir soykırım olarak nitelendirilebilir.

Ben 1915 yılında Ermenilere yapılan zulmün acımasızca olduğunu ve orantısız güç kullanıldığını düşünüyorum. Çünkü devlete eli ve diliyle zarar vermemiş olan masum insanlar da bu süreçte büyük eziyetlere katlanmak zorunda bırakılmış, şartların güçlüğünden dolayı ölmüş yada istemli olarak öldürülmüştür. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken bu yaraya merhem olma yolunda hareketlerde bulunulup tehcire tabi tutulan Ermenilere vatanlarına dönme çağrısı yapılsa, can ve mal emniyetlerinin sağlanacağına dair söz verilse ve bu sözler tutulsa idi bugün durum çok daha farklı olabilir, iki millet arasındaki nefret ateşi söndürülebilirdi. Ancak  günümüzde bu ateş bir yangın halini aldı. Artık durdurulması söz konusu değil. Bu nedenle soykırımı devlet olarak tanımak da yetersiz ve geçersiz ancak onurlu ve adil bir hamle olacaktır. Durdurulamayacak denli büyük yangınlarda, yananlar artık yanmıştır. Yapılabilecek olan, hala yanmamış kısımları korumak ve yangın bitene kadar beklemektir.

Kaynakça:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder