29 Şubat 2012 Çarşamba
ölümler
insanlar öldürülüyor diye bas bas bağırıyoruz. tamam, âlâ, insanlar öldürülmesin ama kimse öldürmese de insanlar ölüyor. bu doğmak kadar basit, biyolojik bir olay. nasıl doğumumuz bizim kararımız dışında gelişiyorsa ölümümüz de öyle. karar mercii olabildiğimiz tek yer ne zaman başlayıp ne zaman biteceğini kestiremediğimiz bu küçümen hayat.
hepimiz ölürüz. bazılarımız bebekken menenjit geçirir ölür, bazıları trafik kazasında, bazıları terör eyleminde, bazıları kanserden ölür. bazısı gelir 100 yaşına yatağında, uykusunda ölür. ne zaman, nerede olursa olsun geride kalanlar için ölümler hep "erken ölüm"dür. ölen içinse hepsi bir. kimse "oh çok şükür yapılacak bütün işlerimi bitirdim, artık ölebilirim" demez! 1000 yaşına gelse bile diyemez çünkü sonsuz ihtimaller, güzellikler barındıran bir dünyada yaşıyoruz.
halbuki banka kredilerinin olduğu gibi insanların ömürlerinin de bir vâdesi var arkadaşlar. kimisi 3 ay, kimisi 10 yıl, kimisi 50 yıl vâdeli hayatlar çekiyoruz kainat bankasından. unutulmaması gereken şu ki vâdesi ne kadar uzun olursa faizi de o denli kabarık olur hayatın.
gelin şu ölüm korkumuzu bir aşalım, ölümü gülümseyerek karşılayalım. inan bende korkuyorum ölümden sonra başıma gelecek muammadan ama derler ya korkunun ecele faydası yok...
sonradan gelen (08/03/12) : can değerlidir, can tatlıdır, can korunmalıdır. ancak, ölümden duyduğumuz korku yüzünden değil, yaşama hakkımız için.
yorgun
bu yazı ali ural'ın yazı atölyesine gittiğim dönemlerde yazılmış olup ödev olarak verilen "lamba" konusunu ele alır. beni tanıyanlar bilir, ödevlerden hiç hazzetmem. o sebeple biraz baştan savma yazmış olabilirim kabul ama yerin dibine batırılıp batırılıp çıkartılcak kadar da kötü olmadığını düşünüyorum hala.
Yorgun
Saat gece 12'yi geçip kediler bile yuvalarına çekildiğinde Akvezir Çıkmazı'nda uyanık kalan çok az şey var. Limon sarısı boyalı dört katlı binanın yaşlı temelleri, çöpleri karıştırıp yiyecek arayan dilenci ve sokak lambasının yorgun, ölgün ışıkları. Limon sarı boyalı dört katlı binanın yaşlı temelleri gıcırdayıp yıllardan şikayet ederken, gecenin karanlığını delen tek ışık sokak lambasından yayılıyor.
Yıllardır geceyi şahit olunabilir kılmış olmanın yorgunluğunu taşıyor sokak lambası. Onun, önünde sinekler ve kelebekler uçuşan gözleri, ne sokak kavgalarına, ne ölümlere, ne düğünlere şahit oldu. Sokak lambası şimdi bir yetmişlik dede kadar hayata hakim, bir o kadar hayattan uzak. Yılların kazandırdığı tecrübeye ve gitgide zayıflayan bir hafızaya sahip. Bir gün, artık iyice zayıflayan elektrik kablolarının gözlerine ışık taşımayacağının bilincinde fakat bunu dert etmiyor. Tek üzüldüğü parlak, cakalı, genç lambaların onun yokluğunu fırsat bilip küstah gözlerini Akvezir Çıkmazı'na dikecek olması. Bu sokak bile olamamış yerde insanlar, hayvanlar, arabalar, çöp kutuları, bahçe çitleri ve daha pek çoğu, geceleri loş bir ışıkla aydınlanmaya alışık. Göz alan, insanı rahatsız eden, gecenin sadece karanlığını değil mahremiyetini de yırtan ışıklara yabancı bu çıkmazın sakinleri.
Bu mahremiyet meselesinden başka kafasını yoran bir şey de yok. Artık umursamıyor sokak lambası, ne etrafında dönen pervaneleri, ne dibine dökülen çöpleri...
photo by çiğdem zincirli
Saat gece 12'yi geçip kediler bile yuvalarına çekildiğinde Akvezir Çıkmazı'nda uyanık kalan çok az şey var. Limon sarısı boyalı dört katlı binanın yaşlı temelleri, çöpleri karıştırıp yiyecek arayan dilenci ve sokak lambasının yorgun, ölgün ışıkları. Limon sarı boyalı dört katlı binanın yaşlı temelleri gıcırdayıp yıllardan şikayet ederken, gecenin karanlığını delen tek ışık sokak lambasından yayılıyor.
Yıllardır geceyi şahit olunabilir kılmış olmanın yorgunluğunu taşıyor sokak lambası. Onun, önünde sinekler ve kelebekler uçuşan gözleri, ne sokak kavgalarına, ne ölümlere, ne düğünlere şahit oldu. Sokak lambası şimdi bir yetmişlik dede kadar hayata hakim, bir o kadar hayattan uzak. Yılların kazandırdığı tecrübeye ve gitgide zayıflayan bir hafızaya sahip. Bir gün, artık iyice zayıflayan elektrik kablolarının gözlerine ışık taşımayacağının bilincinde fakat bunu dert etmiyor. Tek üzüldüğü parlak, cakalı, genç lambaların onun yokluğunu fırsat bilip küstah gözlerini Akvezir Çıkmazı'na dikecek olması. Bu sokak bile olamamış yerde insanlar, hayvanlar, arabalar, çöp kutuları, bahçe çitleri ve daha pek çoğu, geceleri loş bir ışıkla aydınlanmaya alışık. Göz alan, insanı rahatsız eden, gecenin sadece karanlığını değil mahremiyetini de yırtan ışıklara yabancı bu çıkmazın sakinleri.
Bu mahremiyet meselesinden başka kafasını yoran bir şey de yok. Artık umursamıyor sokak lambası, ne etrafında dönen pervaneleri, ne dibine dökülen çöpleri...
28 Şubat 2012 Salı
sur içi projesi
hani diyordum ya sadece arabalara değil bana da bir gps cihazı lazım diye, baktım onların fiyatlarına çok saçma geldi, bende bir güzel harita aldım kendime :)
tabî ki her türk gibi önce kendi evimi buldum ve işaretledim haritada. sonra ikinci adresim eski kafa ve takiben sevgili tiyatrom reşat nuri, okulumun olduğu yer, vefa bozacısı, özel ders öğrencimin evi, spor salonu, buz pisti ve sık gittiğim muhtelif yerler. haritam katlanınca çok pöti çok şirin. hep çantamda gezdiriyorum, hiç kaybolmuyorum.
eğitimde reformmuş! pabucumun reformu!
zorunlu ve tek elden eğitim zaman kaybından başka birşey değil bence. 8+4+4 yıldan 16 yıl eğitim aldım. hadi üniversiteyi ayır bir kenara o 12 yılda bana öğretilenleri ben sıkıştırılmış bir biçimde 3 yılda hadi en fazla 4 yılda öğrenirdim. çocukluğumun en güzel yıllarını sabahın köründe kalkıp okula giderek heba ettim. okul denen o saçmalık olmasa şuan fazladan birkaç dil bilebilirdim. profesyonel olarak yaptığım spor dalları, çaldığım enstürmanlar olabilirdi.
şurası çok açık bir şekilde gerçek ki 30 kişilik sınıflarda(ki bu iyimser bir sayı) herkesin kavrama süresi aynı olmadığı için eğitim ciddi anlamda yavaşlıyor. ben okumayı söktüm sonra sınıf okumayı öğrensin diye bekledim. toplama işlemini anladım ama sınıftan 3 kişi anlayamadı diye kıymetli saatlerim günlerim bu aptal saptal şeylerle harcandı gitti. okula gidip sıkıntıdan patlayıp döndüğüm günleri ben biliyorum.
eğitimin birleştirilmesi kadar idiotik bir uygulama daha olamaz. eğitimin özelleştirilmesinden, kişiye özel olmasından yanayım. herkesin maddi durumu buna elvermeyecekse yine isteyen çocuklarını devletin açacağı örgün öğretim kurumlarına göndersin ama ben çocuklarımı özel olarak eğitmek istiyorum. m.e.b ne kadar reform yaparsa yapsın benim vereceğim kalitede bir eğitim veremez, bundan da adım kadar eminim.
27 Şubat 2012 Pazartesi
hep isterim hiç yapmam
bu aralar o kadar çok şey istiyorum ki sevgili okuyucu, istediklerime ne zaman yeter ne para.
mesela bir röportajlar serisi yapmak istiyorum. saygıdeğer hocam ömer öztop'un vefatından sonra kafamda şekillenmiş bir proje. benim kıymetlilerimi herkes tanısın bilsin istiyorum. şimdiden 7-8 kişi var kafamda netleştirdiğim.
sonra okuduğum kitaplarda beğendiğim bölümleri paylaşacağım bir kitap projesi var ki en azından sonra dönüp hatırlayayım hem insanlık adına ufak da olsa bir fayda sağlayayım diye.
henüz kurmayı beceremediğimiz mezunlar derneğimizle lise son öğrencilerine rehberlik etme adına yapmak istediğimiz bir meslek tanıtım günleri projesi var. uygulamaya geçirebilirsek çok büyük yankı uyandıracağını ve acayip faydalı olacağını düşünüyorum. bunun alan seçimiyle ilgili bir adım önce geleni de var tabi.
istanbul'da yaşayıp hiçbir yeri bilememekten had safhada rahatsızım. sabah evden çıkıp turistik yerlere gideyim turistlere gönüllü rehberlik edeyim, hem ingilizcem gelişsin hem farklı kültürlerden insanlar tanıyayım istiyorum.
erken kalkabilmek, okula her gün gidebilmek istiyorum ama geceleri yatmak bilmiyorum, geceleri seviyorum.
buz pateni çok keyifli bir spor. hatta spordan çok eğlence. haftada bir günümü ona ayırabileyim istiyorum.
üyelik parasını önden ödediğim spor salonuna gitmekten aciz kalmayayım istiyorum.
türk edebiyatı vakfı'nın çarşamba derslerine, divan edebiyatı vakfı'nın keyfiyet sohbetlerine katılayım, zihnim açılsın, içim açılsın istiyorum.
üsküdar musiki cemiyeti meşk korosuna katılayım, aşk olmazsa meşk olsun istiyorum.
bütün bunlara yetecek zamanı bulayım onun üstüne takip ettiğim 10'dan fazla dizinin yeni bölümlerini izleyebileyim, okunmak için sırada bekleyen kitaplar yığınını eriteyim hatta yemek yapmaya, çay muhabbetine, ekstra bir dil öğrenmeye de vaktim kalsın istiyorum.
çok şey mi istiyorum sevgili okuyucu sen söyle
mesela bir röportajlar serisi yapmak istiyorum. saygıdeğer hocam ömer öztop'un vefatından sonra kafamda şekillenmiş bir proje. benim kıymetlilerimi herkes tanısın bilsin istiyorum. şimdiden 7-8 kişi var kafamda netleştirdiğim.
sonra okuduğum kitaplarda beğendiğim bölümleri paylaşacağım bir kitap projesi var ki en azından sonra dönüp hatırlayayım hem insanlık adına ufak da olsa bir fayda sağlayayım diye.
henüz kurmayı beceremediğimiz mezunlar derneğimizle lise son öğrencilerine rehberlik etme adına yapmak istediğimiz bir meslek tanıtım günleri projesi var. uygulamaya geçirebilirsek çok büyük yankı uyandıracağını ve acayip faydalı olacağını düşünüyorum. bunun alan seçimiyle ilgili bir adım önce geleni de var tabi.
istanbul'da yaşayıp hiçbir yeri bilememekten had safhada rahatsızım. sabah evden çıkıp turistik yerlere gideyim turistlere gönüllü rehberlik edeyim, hem ingilizcem gelişsin hem farklı kültürlerden insanlar tanıyayım istiyorum.
erken kalkabilmek, okula her gün gidebilmek istiyorum ama geceleri yatmak bilmiyorum, geceleri seviyorum.
buz pateni çok keyifli bir spor. hatta spordan çok eğlence. haftada bir günümü ona ayırabileyim istiyorum.
üyelik parasını önden ödediğim spor salonuna gitmekten aciz kalmayayım istiyorum.
türk edebiyatı vakfı'nın çarşamba derslerine, divan edebiyatı vakfı'nın keyfiyet sohbetlerine katılayım, zihnim açılsın, içim açılsın istiyorum.
üsküdar musiki cemiyeti meşk korosuna katılayım, aşk olmazsa meşk olsun istiyorum.
bütün bunlara yetecek zamanı bulayım onun üstüne takip ettiğim 10'dan fazla dizinin yeni bölümlerini izleyebileyim, okunmak için sırada bekleyen kitaplar yığınını eriteyim hatta yemek yapmaya, çay muhabbetine, ekstra bir dil öğrenmeye de vaktim kalsın istiyorum.
çok şey mi istiyorum sevgili okuyucu sen söyle
19 Şubat 2012 Pazar
AVM'lerde Altın Kurallar!
Daha önce kendi tecrübelerimden yararlanarak derleyip, twitterda yayınladığım maddeleri siz sevgili bloggerlar için burada da paylaşıyorum. Aynı yanlışlara düşmemeniz dileğiyle :)
Devasa bir AVM'de alışveriş yapılırken dikkat edilmesi gereken ALTIN KURALLAR
1. Eller poşetlerle doluyken tuvalete gitmek (ki öncesinde tuvalet arama süreci var) iyi fikir değil. Alışverişe başlamadan hallet o işi.
2. Aksesuar gibi yükte hafif pahada ağır parçalarla alışverişe başla. Saatlerce hamallık etmeye gerek yok.
3. Kırtasiye ve mutfak eşyaları mağazalarında çıldıracak gibi olma. Çeyiz hazırlamak için çok erken, öğrenci olmak için çok geç.
4. Alışveriş merkezlerinin kışın bile çok sıcak olduğunu unutma, öyle eskimolar gibi giyinme!
5. Alışveriş bitmeden yemek yeme, rehavet çökmesin, heyecan yarım kalmasın ;)
6. İkea'ya girip yontulmuş odunların ne kadar pahalı olduğunu gör ve kendi odununu kendin yont! Odun deyip, öküz deyip geçme :)
7. Bir yorgunluk kahvesi içerken, fişlerdeki rakamları topla ve incir ağacının boyutlarını hesapla.
8. O kadar çanta ve poşetle toplu taşımaya binmeye kalkma, taksii! de, o da yolcuu! desin alsın seni, kaderine razı ol.
9. Her şeyden önemlisi akıllı ol, adam ol, hafta sonu alışverişe çıkma!
Bunun birde kitapçı ve kitap fuarı versiyonu var ama korkuyorum yayınlamaya :)
Devasa bir AVM'de alışveriş yapılırken dikkat edilmesi gereken ALTIN KURALLAR
1. Eller poşetlerle doluyken tuvalete gitmek (ki öncesinde tuvalet arama süreci var) iyi fikir değil. Alışverişe başlamadan hallet o işi.
2. Aksesuar gibi yükte hafif pahada ağır parçalarla alışverişe başla. Saatlerce hamallık etmeye gerek yok.
3. Kırtasiye ve mutfak eşyaları mağazalarında çıldıracak gibi olma. Çeyiz hazırlamak için çok erken, öğrenci olmak için çok geç.
4. Alışveriş merkezlerinin kışın bile çok sıcak olduğunu unutma, öyle eskimolar gibi giyinme!
5. Alışveriş bitmeden yemek yeme, rehavet çökmesin, heyecan yarım kalmasın ;)
6. İkea'ya girip yontulmuş odunların ne kadar pahalı olduğunu gör ve kendi odununu kendin yont! Odun deyip, öküz deyip geçme :)
7. Bir yorgunluk kahvesi içerken, fişlerdeki rakamları topla ve incir ağacının boyutlarını hesapla.
8. O kadar çanta ve poşetle toplu taşımaya binmeye kalkma, taksii! de, o da yolcuu! desin alsın seni, kaderine razı ol.
9. Her şeyden önemlisi akıllı ol, adam ol, hafta sonu alışverişe çıkma!
Bunun birde kitapçı ve kitap fuarı versiyonu var ama korkuyorum yayınlamaya :)
hay bin cehalet
Lisedeydim sanırım. Bir dil olarak Arapça’ya merak sardığım yılların ilkiydi. Arapça’da kelimelerin erkek yada dişi oluşuna göre değişmesi bana çok ilgi çekici geliyordu. Muallim-muallime, katib-katibe gibi kelimenin cinsiyete göre –e eki aldığını öğrenmiştim. Bu durumda bana kalırsa İmam kelimesinin dişiyi ifade eden şekli “İmame” olmalıydı. Dolayısıyla bu yeni buluşumu cümle içinde kullanma heveslisiydim.
Bir gün annemle günlük muhabbetlerimizden birinde konu Hz.Aişe’ye gelmiş ve bende çok bilirmiş gibi “o dönem kadınlarının imamesiydi bence” demiştim. Annem gülmekten yerlere yatmış bense sebebini anlayamamıştım. Uzuuuunca bir süre güldükten sonra imame neye denir biliyor musun benim saf kızım, tesbihin başındaki kısma denir demiş ve gülmeye devam etmişti. Çok bozulmuştum ancak bilmediğini bilmek şerefine erişmiştim neticede.
Sonra düşününce İmame kelimesinin benim düşündüğüm anlama neden gelemeyeceğini kendi yorumumla şöyle açıklamıştım. İmam kelimesi “emame” yani “ön” kelimesinden menşeili olup önder anlamına gelir. Kadın önder gibi bir şey söz konusu olamayacağına göre, Arapça’da İmame kelimesinin karşılığının benim düz mantık yürüterek bulduğum anlam olmaması da gayet doğaldır.
H.K.Ş
13.01.12
Vapur
Gerçek İstanbul’da yaşamaya başlayalı beri vapur sevdalısı oldum, hoş istemesem de mecburdum ya neyse.
Mesela dubalar var denizin ortasında, ölesiye yalnız ve başıboş görünüyorlar. Halbuki onların ayakları bizimkilerden daha sağlam basıyor yere. Ağaçlar gibi, hayattaki dönüm noktaları gibi. Biz dönüp dolaşıp geçiyoruz aynı yerlerden, onlar hep orda.
Sonra telaşlılık var. Vapura geçilen bekleme salonunun kapıları açıldığında insanların sanki ipi göğüsleyecekmişçesine, atlet misâli koşmaları var. Ben hiçbir vapurda ayakta kalan olduğuna şahit olmadım. Bu acele, hırs neden?
Martılar eşlik ediyor vapurlara Boğaz’ı geçerken. Bir geri dönüp bir ileri uçsalar da ne gerisinde kalıyorlar, ne ilerisine geçiyorlar. Kıyıya yanaşırken kanat çırpıp şimdilik hoşça kal diyorlar.
Vapurların kıyıya yanaşma sahneleri öyle hüzünlü ki. O koskoca geminin iki naylon halatla esir tutulabilmesi. Bir de bütün iskelelerde, vapurlarda hep aynı yeşil halat fakat neden?
Bir de Marmara Adası’ndan İstanbul’a dönüşümüze dair güzel bir anım var. 4 günlük huzur dolu bir tatilin ardından şehrimize dönüyoruz. Arabalı vapur kıyıdan uzaklaşırken bir yerlerde son ses Barış Manço’nun “Müsadenizle Çocuklar” şarkısı çalıyor. Vapurdakiler kıyıdakilere, kıyıdakiler vapurdakilere el sallıyor, tâ ki şarkıyı duyamaz, birbirlerini seçemez oluncaya kadar. Tanımadığımız insanlara en son ne zaman coşkuyla el salladık sanki bir yakınımızı kıyıda bırakmışçasına?
H.K.Ş
16.02.12
Mesela dubalar var denizin ortasında, ölesiye yalnız ve başıboş görünüyorlar. Halbuki onların ayakları bizimkilerden daha sağlam basıyor yere. Ağaçlar gibi, hayattaki dönüm noktaları gibi. Biz dönüp dolaşıp geçiyoruz aynı yerlerden, onlar hep orda.
Sonra telaşlılık var. Vapura geçilen bekleme salonunun kapıları açıldığında insanların sanki ipi göğüsleyecekmişçesine, atlet misâli koşmaları var. Ben hiçbir vapurda ayakta kalan olduğuna şahit olmadım. Bu acele, hırs neden?
Martılar eşlik ediyor vapurlara Boğaz’ı geçerken. Bir geri dönüp bir ileri uçsalar da ne gerisinde kalıyorlar, ne ilerisine geçiyorlar. Kıyıya yanaşırken kanat çırpıp şimdilik hoşça kal diyorlar.
Vapurların kıyıya yanaşma sahneleri öyle hüzünlü ki. O koskoca geminin iki naylon halatla esir tutulabilmesi. Bir de bütün iskelelerde, vapurlarda hep aynı yeşil halat fakat neden?
Bir de Marmara Adası’ndan İstanbul’a dönüşümüze dair güzel bir anım var. 4 günlük huzur dolu bir tatilin ardından şehrimize dönüyoruz. Arabalı vapur kıyıdan uzaklaşırken bir yerlerde son ses Barış Manço’nun “Müsadenizle Çocuklar” şarkısı çalıyor. Vapurdakiler kıyıdakilere, kıyıdakiler vapurdakilere el sallıyor, tâ ki şarkıyı duyamaz, birbirlerini seçemez oluncaya kadar. Tanımadığımız insanlara en son ne zaman coşkuyla el salladık sanki bir yakınımızı kıyıda bırakmışçasına?
H.K.Ş
16.02.12
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)