25 Kasım 2010 Perşembe

totoro ve ben :)

hayao miyazakinin yazıp yönettiği 1988 yapımı anime komşum totoro'da dikkat çekici bir karakter var. Adı Mei. 2,5 yaşında ve biliyorum o aslında benmişim. :) Tepkilerini, hareketlerini, sevimliliğini severek takip ediyoruz. :)


1.incelemeci meraklı surat
2.sinirli, gerginn :))
3.uykulu
4.uyudu bilee :)

24 Kasım 2010 Çarşamba

haftada 2 kitap projesi 1.hafta

biraz şöyle biraz böyle'nin haftada 3 kitap projesi beni tetikledi ve uzun zamandır yapmam gerekeni yapmaya başlıyorum. ancak, ben haftada 2 kitap diyorum. sınırları zorlamaya gerek yok. :)

elimde bir yığın okunmamış kitap var üstüne üstlük hala yenilerini almaya devam ediyorum. birde sadece satın almanın yeterli geldiği ve hiç okumaya niyetlenmediğim kitaplar var. onları eritmek için de faydalı olacağını düşünüyorum. mesela victor terras'ın "dostoyevski'yi okumak" ı hala bekleme listesinde :)

bu haftanın kitapları;
R.A. Salvatore - Avcının Kılıçları Serisi 3.kitap - İki Kılıç



Suzanne Collins - Yeraltı Günlükleri Serisi 1.kitap - Gregor ve Gri Kehanet



Bu kitapları dahi böyle okumak zorunda kalacak olmam da hiç aklıma gelmezdi, başıma geldi. Kitap kurtluğu özelliğimi yitirdim mi ne???

H.K.Ş

kıskançlık sevgi ölçütü mü?


ekşi sözlük alıntılarımızdan bir devam yazısı:(ben kendime dersler çıkardım!))
başlık: kıskanmayan sevgili
yıllar yılı elida laboratuarlarında yapılan ince araştırmalar göstermiştir ki, kişi âşık olduğunda, âşık olduğu insanı o kadar çok sever, o kadar üstün görür ki bu güzelliği başka kimseyle paylaşmak istemez -var böyle bir şey. dizdize edilen sohbetlerde bahsi geçen her karşı cins üyesi akılda "acaba, ulan, hmm bu ismi aklımda tutayım" alarmını her iki cins için de fişeklese de bu durumun kadınlarda daha sık olduğu da yadsınamaz bir gerçektir.

ne var ki, kadın kendi kıskançlıklarını dizginleyip, havanda döverekten ilişkiye baharat tadında serpiştirebiliyorsa, şüphesiz ki karşısında "istediğinle istediğini yapabilirsin, ben sana güveniyorum" diyen xxxl bir sevgili görmek istemeyecektir. hatta bu tarz bir pişkinlik "güvenmesene bana kardeşim, neyime güveniyosun?" tarzı ters tepki yapmak suretiyle kadının ipini koparıp kısrak misali koşmasına, erkek mahzeninde fingir fingir efektleri arasında degüstatörlük yapmasına sebep olabilir. işin kötü tarafı da hadisenin boku çıktığında "eytere bea" nidasıyla "illallah" söylemini açık eden bireye garip garip bakılarak "noldu genişcan, kıskandın mı?" sorusunun sorulabilecek, yanıtının ise alınamayacak oluşudur.

bunun yanında, "kıskançlık sevginin ölçütü değildir, seven insan kıskanır diye bir şey yoktur, pişkinsem günahım ne?" mealli çıkışlar son derece politik olmakla beraber ilk bakışta mantıklı gibi bile görünebilmektedir. halbuki gerçekten şöyle okkalı bir âşık olmuş ya da hayatında bir elin parmakları kadar kadın-erkek ilişkisi görmüş bir insan için sevgili sıfatına layık görülüp de vücudunun her milimetrekaresi ezberlenen insanı bir başka karşı cins üyesiyle (misal) sarmaş dolaş görünce hiçbir psikolojik rahatsızlık hissetmeme durumu; 2+2=5 denklemi kadar anlamlı, ardından gelen "ama billahi çok seviyorum" yalanı kadar gerçektir.

bu böyledir der, aksini iddia eden de dombilidir, duygusuzdur hatta hissiyatsız gudubettir der çıkarım işin içinden. ben yaptım oldu.

diğer bir görüş:
tehlikeli bir sevgilidir.
biriyle evliyim ordan biliyorum.
diğer türden olanları (hani şu ota boka gitmaa! diye zırlayanlar) zaten baştan olası gereksiz hareketleri otokontrole gerek bırakmadan engelleyebilmektedirler. tabi hiç bir kimsenin diğer bir insanın tüm yaşamını tamamiyle kontrol edemeyeceğini, bu kadar baskıdan bunalan diğer bireyin fırsatını bulduğunda ve yakalanmayacağından emin olduğunda neler yapabileceğini bu noktada bilerek göz ardı ediyoruz.

bu türden olan, kıskanmayan sevgili; kendine güven taşıyan, hareketlerinin ve kabul edebileceklerinin sınırlarını karakterinin doğal bir uzantısı olarak çoktan belirlemiş bir bireydir.
arkadaşlarla haftasonu dağa bayıra çıkılacaktır, çıkarsın. o da zaten arkadaşlarıyla buluşacaktır.
bir geceni bilgisayar başında da geçirebilirsin, ona yeteri kadar vakit ayırıyorsan bu da problem değildir.
habersizce eski arkadaşlarınla (içlerinde bayan olsun olmasın) bir akşam topluca yemeğe çıkabilir, çakırkeyif de dönebilirsin. senden eminse hiç sorun değildir.
arkandan gitmeaa! diye ağlamayacaktır.
amma ve lakin; bu durumların hepsi otokontrole, yani senin sınırlarını bilip ona göre davranabilmene bağlıdır. ola ki bir noktada kontrolü elinden kaçırdın; işte orda yan bastığının resmidir.
kapıyı çeker ve çıkar.

böyle olacağını baştan bilmektesindir; bu nedenle arkasından "gitmeaa! sensiz yaşayamam!" diye ağlayamazsın da. işe de yaramayacaktır zaten.
kaldıramayacak, kendini bilmeyen insanlara göre değildir "kıskanmayan sevgili".

özlemek


hep diyorum ekşisözlükte iyi yazan bikaç adam var diye, resmen benim hissettiğim ama dillendiremediğim şeyleri sosyolojik tespit olarak ortaya koymuş :))
başlık: abartı özlenen sevgili sendromu
özlemek fiilinin artık son raddesine ulaşmış halidir. bu esnada ola ki iletişim kurabiliyorsanız sevgili ile ona açılmamanızı tavsiye ederim. özlediniz mi? tamam özledim seni bu kadar. ola ki abartılı özlemenin abartısını, yaşamayan anlayamadığı için size aynı raddede karşılık veremeyecektir. belki de bu bir zorunluluk değildir abartı özlemek, kimisi sadece özler, özleyebilir, bunda rahatsız olunacak bir nokta yoktur,
ama abartı özleyen şahıs emin olun ki artık kafayı sıyırma noktasına gelmiştir; hatta neredeyse psikolojik bir desteğe ihtiyacı vardır. bu yüzden karşıdakine onu abartılı derece özlediğini anlatmaya çalışırken kişi, onu abartı derecede olmayan ama özleyen sevgili tarafından "abartılmış" bir pozisyonda bulur kendisini.
bu yerine hayal kırıklığını getirir.
bu da kapanması çok zor olan yaraları. hele ki özleyen sevgili birbirinden ayrı düşmüş sevgilidir. ve bu esnada iletişim olanakları skype, msn, telefon gibi kısıtlı iletişim olanaklarından başka bir şey sunamaz insana.
ve birbirinin yüzüne bakarak, elini okşayarak, dudaklarını seyrederek, nefesini hissederek seven çift için bu telefon, msn, skype gibi naneler hiç de hoş sorun giderme ağı değildir, olamamıştır.
siz siz olun, abartılı derecede özleyen sevgili kısmında iseniz, bu sendromu sakın ola ki sizi, sizin onu olduğu kadar özleyemeyen -bu bir hata değildir, gayet normaldir- sevgiliye bu abartınızı dillendirmeyin. bu sizi artis, cool ya da duygusuz yapmaz. size, ilişkinizi kurtarma boyutunda yardımcı olur.

bu başlıklara kadar gelmişseniz ve bu entry'e kadar okumuşsanız; belki ilginizi çeker:
(bkz: uzaktaki sevgili)
(bkz: uzak mesafe ilişkisi)
(chemsuk, 04.01.2009 07:58)

maskeliler


20 Kasım Cumartesi akşamı yıllaaar sonra ilk defa tiyatroya gittim. Tiyatro kelimesi bana hep komediyi çağrıştırırdı çünkü en son izlediğim oyun muhtemelen bir çocuk oyunuydu ve malumunuz çocuk oyunları biraz komik ama daha çok aptaldır.

Eğer Esmanur 1 ay öncesinden biletlerini almasa, daha yıllaaarca tiyatroya gitmeyebilirdimde... Gel gelelim, bu oyun son zamanlarda izlediğim en güzel şeylerden biriydi.

Konu, Filistinli 3 kardeş ve savaş. Çok fazla ayrıntı vermek istemiyorum. Sadece ben beğendim, tavsiye ederim.

Oyunu yazan Ilan Hatsor bir yahudi. Beni etkileyen yanlarından biri de bu.

Oyunculuklar mükemmel. Özellikle Mehmet Gürhan adi ispikçi rolünü çok iyi kotarmış. Avrupa Yakası'nın Cem'i Levent Üzümcü ise dizilerde oynayarak kendisini harcamasın. Adam gerçekten yetenekli. Özellikle ses tonu kullanımına hayran kaldım. Gerçi tiyatro ölüyor. Sadece idealizm ve heves bu kurumu hala ayakta tutan gerçekler. Daha çok tiyatroya gitmeliyiz gençler! İstanbul'da yaşamanın hakkını vermeliyiz. Ne de olsa 2010 Kültür Başkentiyiz caaağnım :)

H.K.Ş

22 Kasım 2010 Pazartesi

bilmezdim

alışmanın bu kadar kolay, kaybetmenin bu kadar zor olduğunu bilmezdim... bilinmeyesice...
yanlış anlaşılmaktan korkardım hep ama yanlış anlaşılmanın bu kadar korkunç olduğunu bilmezdim...
dilimle mahvettiklerimi ellerimle tamir etseydim, eminim onlarda kalbim kadar harap olurlardı...
kalbimin izbe köşelerinden henüz çekine çekine çıkarken, şimdi yine oraya dönüyorum. her zamankinden biraz daha kırgın...
belki bahane, bilmem ne, hayaller hayaller, bitin. öylesine bitin ki, insanlarımı kaybetmek bana böyle zor gelmesin...
ey kalbim! kırılmalara karşı garantili bir takım porselenle değiştireceğim seni... içime batıyorsun...

H.K.Ş

19 Kasım 2010 Cuma

harry potter and the deathly hallows part 1


2000ler popüler kültürünün ilk ikonlarından biri harry potter ve aynı zamanda benim çocukluğum.
12 yaşımda başladım kitaplarını okumaya, her yeni kitapla büyük heyecanlar sardı biz çocukları. sonra biz büyüdük ve bizimle birlikte harry potter da büyüdü. ilk filmi izleyeceğim gün nasıl heyecanlandığımı bir ben bilirim. çok büyük olmasa da benim için hayalkırıklığı niteliğindeydi film çünkü kafamda yarattığım filmden daha güzel değildi. 3.filmden sonrası ise tam bir hüsrandı. taa ki, son filmin ilk partına kadar.

son kitabı okuduğumda içimde birşeyler koptu. dalga geçmeyin! gerçekten! ipek ongun'un bir genç kızın gizli defteri serisi bittiğinde de öyle olmuştum. sanki onlarla birlikte yaşadığımız hayatımızda onlar ölmüş ben devam etmişim, sanki çok sevdiğim arkadaşlarıma ihanet etmişim gibi hissettim her seferinde. ve son kitap bittiğinde böyle hissetmemin en büyük sebebi de filmden hiçbir umudumun olmayışıydı. yani kitapla beraber bu macera da benim için bitti demiştim içimden. işte bu şekilde hiç bir beklenti içersinde olmadan kitap bitmişken, ben okuyalı uzun zaman geçmişken bu film ilaç gibi geldi. yıllardır görmediğim bir dostumla bir otobüs yolculuğunda yanyana koltuklara düşmüş gibi hissettim kendimi.

uzun lafın kısası, film güzel, beklenti içersinde olmayın, eski bir dosta ziyarete gider gibi gidin filme, nostalji olsun. hem 22 yaşıma yaklaştığım şu günlerde benimle birlikte 10 yıl geçirmiş olan harry potter'a müsamaha göstermeyeceğimde kime göstereceğim? :) ailemden başka benimle birlikte 10 yıl geçirmiş kim var ki hayatımda?

H.K.Ş

18 Kasım 2010 Perşembe

güm pat!

herkesin bayramı kutlu olsun!

bugün kurban bayramının 3. günü. aslında kurban olayı ve bayram olgusuyla ilgili içinden bilgi fışkıran bir yazı yazmak isterdim. hatta kafamda yazdım bile. ama şuan benim için daha olağan üstü olan bir durum söz konusu...

dün akşam ailenin baayanları olarak başbaşa sinemaya gitmeye karar verdik. ananem, teyzem, annem, kız kardeşim ve ben. (eniştem de salça olmuş teyzemlere) pendorya afm'ye gittiğimizde filmde yer bulamadık. ny5m başka zamana kalsın dedik eve dönecektik ki, araba kullanmayı yeni öğrenen ben hevese geldim, ben kullanayım dedim. eniştem de izin verdi sağolsun...

burdan sonrasını şekil üzerinden göstererek anlatmak istiyorum.



Görüldüğü üzere otopark çıkışına kendi halinde gitmekte olan adama yandan bodoslama girmişim. peki neden?

heyecan, güvensizlik vb. problemler fakat asıl ben otomatik vites arabanın azizliğine uğradım dostlar. şu frene basmazsan araç kendi kendine hareket etmeye başlar durumu var ya otomatik arabalarda. işte bende ayağım frenin üstünde arabayı yavaş yavaş çıkarıyorum ama dikkat buyrun arada frene basarak. sonra sağ taraftan gelen aracı görüyorum. beyin durmam gerektiğini algılıyor ve bende doğal olarak sonuna kadar frene basıyorum ama o vites boşluğundan kaynaklanan ilerleme hareket sırasında ayağım frenin üstünde olduğu için, eğer buna basarken gidiyorduysam diğerine basınca da durmalıyım şeklinde düşünüyor beynim birden ve önümden geçmekte olan araca tüm gücümle gaza basarak bindiriyorum.

yaaa, insan beyni böyle birşey işte... algı dediğimiz olay böyle garip. (sadece bende mi böyle yoksa :S ?!@*)

sonuç itibariyle hayatımda yapabileceğim en kral kazayı yapmış bulunuyorum. Allah aşkına! kim fren yerine gaza kökleyebilir ki?!



bu benim kullandığım (kullanmaya çalıştığım) araba. plakası düştü ve küçük bir çiziği var.



bu da çarptığım araba. göçmüş durumda...

demekki neymiiiş? trafikte benimle karşılaşmamak için dua ediyormuşsunuuuz. :))

Sağlıcakla kalın..

H.K.Ş

7 Kasım 2010 Pazar

içim acıyor

İçim Acıyor

Zaten,kayıp, geçmiş zamanların,
Matemiyle dolu yüreğim.
Elimden bir şey gelmez
Bütün yükü kadere yükleyeceğim.
Ve niye erken geldim ki dünyaya,
Diye kızıp, bahtıma küfredeceğim.
Ama...yaşadığım zaman,
Yaşadığımız zaman birlikte...
Benim için önemli öncelikte.
Bilmeliyim, bilmek istiyorum.
Suskunluğuna mahkum olduğum,
Sensizlikle için için soluduğum,
Zamanları?...
Bundandır hep kahrolduğum.
Anla beni, anla hak ver!
Sensiz, kayıp yıllarıma mı yanayım?
Yoksa var olduğun, şimdi ki,
Sensiz zamanlara mı ağlayayım?

Necati Dikmen


öyle acıyor ki içim... hiç geçmeyecek, biliyorum... alışmam gerek, biliyorum...

yanıyorum, yanıyorum, yanıyorum...

senden ayrı geçirdiğim her saniye için, içinn için yanıyorum...

H.K.Ş

5 Kasım 2010 Cuma

pes 2011



Pes artık! demeyin. Farkındayım, maskülenliğin doruk örneklerinden olmaya başladım ama geçen akşam 3 erkek ve bir kız (yani ben) takıldığımızdan beri şunu biliyorum: Erkeklerle yapılabilecek en az sıkıcı şeylerden biri PES oynamaktır. Çünkü;

-40 yıl öncesinin maçlarını bile büyük bir ilgiyle izleyebiliyorlar.
-Dedikodu yapmaktan bihaberler.
-Hayal dünyaları neredeyse yok denecek kadar küçük.

Yani sizin anlayacağınız epey bi sıkıcılarmış. Ama mizah yeteneğinden yoksun oldukları için farkında olmadan komik olabiliyolar. Epey güldüm o akşam :)) Hee bide sürekli yemek yiyip sizinde iştahınızı etkiliyolar. Yedikleri de nereye gidiyor artık bilmiyorum hala tüy gibi dolaşıyolar. Gıcık bir durum.

Asıl mevzuya gelelim. Onur, Ufuk, Tolga ve ben 4lüsü eve gitmeden önce PES oynamaya karar verdik. Onur bizim bölümden 6.sınıf, Ufuk uluslararası ilişkiler, Tolga da edebiyat. Neyse takımlar oluşturuldu. En az kanser olanınız hangisiyse ben onunla takım oluyım dedim. En az Ufuk kanser oluyomuş bilmeyen adamlar yüzünden. Tabi biz başlıycaz oynamaya ama Onurla Tolga 10 tane mi atarız 20 tane mi geyiklerinde. Her zaman derim, düşmanı küçümseme :)))

İki oyun oynadık, ikisinide biz aldık. Sabrından dolayı Ufuk hocama teşekkür ediyorum. Sayesinde artık PES biliyorum az buçuk. :))

Şimdi gelin bakalım gençler. Rövanş zamanı... Hayır 2-0'ın rövanşı değil, siz ne anlarsınız futboldan PESten diye kızları eziklediğiniz zamanların rövanşı... :))

Eğlenceyle kalın...

H.K.Ş

4 Kasım 2010 Perşembe

tü-yap



evet "tüüü!" yap-abilirsiniz suratıma bu uzun ara için ama size harika haberlerle geldim. 29. tüyap kitapfuarı geçen haftasonu 30 ekim'de açıldı ve 7 kasım'a kadar da açık kalacak. ne güzel dimi :)

tabii fuar alanının dünyanın öbür ucu olduğunu göz ardı edersek! böyle diyenlere yahu abartıyorsunuz derdim ama mübalağa değilmiş. toplu taşıma olsun, özel araç olsun tuzla'dan beylikdüzü'ne ulaşım 3 saatten aşağı sürmüyor. hem de asrın teknolojisi(!) metrobüse rağmen. (burdan çaya çorbaya metrobüs katanları şiddetle kınıyorum!). hadi tek başıma olsam daha kolay olurdu ama biri 8 biri 10 yaşında iki veletle! bir daha olsa yine giderim. :) çok uzattım ama gerekliydi. biraz sinirimi dökmeliyim. çünkü hala emrah serbes'in imza saatini kaçırmış olmayı kendime yediremiyorum.

emrah serbes 29 yaşında ve bence harika bir yazar. basit yazdığını, savsakladığını söyleyenler var. bukowski içinde neler deniyor hergün ama bu adamın büyük olmasını engellemiyor işte... ilk defa kitaplarını evden taşıyıp imzalatma arzusu hissettiğim bir yazarın imza gününe gidecektim, nasip olmadı. halbuki ben zamanında gidebilseydim ve orda birbirimizin gözlerine baksaydık, sonra o benim kahve teklifimi kabul etseydi, iki lafın belini kırıverseydik ben biliyorum o da beni anlayacaktı... en kötü tarafıda ben yetişemediğimi öğrenip iletişimin standından ayrıldıktan sonra tekrar gelmiş ve benim içimden gelen bir hisle tekrar iletişim standına gitmemden 3 dk. öncede ordan ayrılmış. bir nev-i köşe kapmaca...

bu arada fuar bana çocukken de lisedeyken de çok büyük gelmişti, gerçekten de öyleymiş. :))



benden çok çocuklar eğlendi desek yersiz olmaz. üzerime emrah serbes'i kaçırmanın kasveti çökmüştü çünkü. 30-40 civarı onlara kitap aldık. bende unutulmuş diyarlar serisini tamamladım. uykusuz standında da bütün paramı dökme tehlikesi yaşadım. bir emrah serbes kitabı son hafriyat & behçet ç.'de kitaplığıma girdi. (ama imzasız :(( )en çok ersin karabulut'un çizgi kitabına iyiki almışım dedim. hoş, diğerlerini henüz okumadım. bide karikatürlü takvim var. 2011. her haftası ayrı karikatürlü. güzel yani... ersin karabulut hayranlığımda tırmanmış durumda ama kimse emrah serbes'e yaklaşamaz bile :)))







sevgiyle kalın...

H.K.Ş