2010 yazı berbat bir yazdı ama güzel şeyler de olmuştu. Her şeyi hatırlayıp anlatmamı beklemeyin zira insanlar iniş ve çıkışları hatırlar, gerisi teferruattır. O yaz olan güzel şeylerden biri Sena ve Kudret teyze ile Armutlu'ya gitmemizdi.
Bostancı'dan Yalova vapuruna tam 1 saat 25 dakika rötarla binmiştik. Bunu hatırlıyorum çünkü geç kalmıştım. Geç kalmak insanın zamanı daha ciddiye almasına sebep oluyor. Armutlu'ya inmemizle ertesi sabahı arasında geçen zamanda olanları hatırlamıyorum ancak muhtemelen yatakları kapışmış, eşyalarımızı yerleştirmiş ve yol yorgunluğumuzu atmış olabiliriz.
Ertesi gün denize gittik. Kakao yağı almıştık. 1 haftalık Eylül tatilinde bronzlaşmak istemek böyle bir şey. Bol bol sürdük kakao yağını, sonra üstüne 30 faktörlü koruyucu sürdük çünkü gece acıdan ağlarken Kudret teyze'den azar işitmek istemiyorduk. En azından ben istemiyordum. Yetişkinlerle aram hiç bir zaman harika olmamıştır ama bunu öyle belli de etmem.
Yanıma Emrah Serbes'in her temas iz bırakır kitabını almıştım. Bu adamın deniz kenarında kakao yağını sürmüş, bikinileri, güneş gözlüklerini çekmişken ve yazın hit şarkıları bangır bangır çalarken okunacak bir adam olmadığını henüz bilmiyordum. Dolayısıyla şezlongda sere serpe yayılmış güneşlenirken kitap okuyan kız imajım hayli sarsıldı. Sena kitap getirmemişti, benden daha pratik ve eylem odaklıydı.
Bir gün bisiklet kiraladık, bütün siteyi defalarca gezdik. Nefes ve kelimeler tükettik, tek hatırladığım kıçımda oluşan ve bütün gece geçmeyen bisiklet selesi ağrısı. İnsanlar ya çok kötü, ya çok iyi olayları hatırlar demiştim.
Bir gün de marketten muz ve nutella aldık, herkes havuzda yüzüp kalori yakmaya çalışırken biz 1 kilo muzu nutellaya bandırarak yiyip bitirdik. Etraftaki teyzelerin bakışları bir anda değişti, artık potansiyel gelinleri değildik. Zaten Armutlu tam teyze mekanıydı. Aslında Sena ve ben de içinde teyze ruhu taşıyan genç görünümlü yaratıklardık. Ben sonradan gençleştim, o ergenlik sancılarını falan çok sonra yaşadım. Sena 23 yaşında bir teyze olarak hayatına devam ediyor.
O günden sonraki bütün günlerde 1 kilo muz, 1 kavanoz nutella bitirmek rutinimiz oldu. Muz bitince parmaklarla devam ediyorduk, kavanoz parıl parıl olana kadar da bırakmıyorduk. Sena o tatilde 4 kilo aldı. Ben normal yeme rutinimde olduğum için bu işten etkilenmedim.
Bir başka gün spa'ya gittik. Sanki tatil köyünde ne kadar imkan varsa hepsini değerlendirmeye yemin etmiş gibiydik. Spa dedikleri çeşitli kültürlerin hamamlarının bir araya toplanmış olduğu dandikten bir yerdi. Hamamda tellak vardır diye bir kağıt asılıydı. Çok heveslendim. O hamam hikayelerinde anlatılan 1 parmak kir çıktı, bütün derileri yüzüldü laflarının ne kadar yalan olduğunu gördüm çünkü benden 1 gram bile kir, ölü deri çıkmadı. Ya anamdan pir-ü pak doğmuştum ya da tellak bu işi bilmiyordu. Neticede hayalim oradan tertemiz, hafiflemiş çıkmakken yine kirli ve ıslak hissederek çıktım.
Nadiren havuza girdiğimiz zamanlardan birinin akabinde Sena'nın telefonunun kayıp olduğunu fark ettik. Her yeri aradık, en son havuz idaresine gidip sorduk, bize üstünden sular akan bir telefon verdiler. Canım arkadaşım unutkanlıkta sınırları zorlamış, yeni bir çığır açmış, telefonu şortunun cebinde unutarak havuza girmişti.
Tatilin sonuna yaklaşırken, mümkün olan neredeyse her etkinliği denemiştik, bir tek lunapak kalmıştı. Benim adrenalin sevdamın da etkisiyle go-cart'a gitmeye karar verdik. Ama zannettiğim kadar cesur değilmişim, saatte 10 km'yi geçtiğimi sanmıyorum. Bu sırada Sena delirmiş gibi bana tur üstüne tur bindirmiş, her yanımdan geçişinde nevrotik kahkahalar atarak bana bakmıştı. Sağ şeride çekilmiş, pisti yolların ustası, gözlerimin hastası arkadaşıma bırakmıştım. Arabadan indiğimizde hala dönen gözleriyle "heheheh nasıl da geçtim seni ama" dedi, çok keyifliydi. Bozulduğum belli olmasın diye öyle böyle geçiştirdim, eve döndük.
2010 yazı boktan bir yazdı totalde ama ara sıra güzel şeyler de olmuştu.