29 Şubat 2012 Çarşamba

yorgun

bu yazı ali ural'ın yazı atölyesine gittiğim dönemlerde yazılmış olup ödev olarak verilen "lamba" konusunu ele alır. beni tanıyanlar bilir, ödevlerden hiç hazzetmem. o sebeple biraz baştan savma yazmış olabilirim kabul ama yerin dibine batırılıp batırılıp çıkartılcak kadar da kötü olmadığını düşünüyorum hala.
photo by çiğdem zincirli

Yorgun

Saat gece 12'yi geçip kediler bile yuvalarına çekildiğinde Akvezir Çıkmazı'nda uyanık kalan çok az şey var. Limon sarısı boyalı dört katlı binanın yaşlı temelleri, çöpleri karıştırıp yiyecek arayan dilenci ve sokak lambasının yorgun, ölgün ışıkları. Limon sarı boyalı dört katlı binanın yaşlı temelleri gıcırdayıp yıllardan şikayet ederken, gecenin karanlığını delen tek ışık sokak lambasından yayılıyor.

Yıllardır geceyi şahit olunabilir kılmış olmanın yorgunluğunu taşıyor sokak lambası. Onun, önünde sinekler ve kelebekler uçuşan gözleri, ne sokak kavgalarına, ne ölümlere, ne düğünlere şahit oldu. Sokak lambası şimdi bir yetmişlik dede kadar hayata hakim, bir o kadar hayattan uzak. Yılların kazandırdığı tecrübeye ve gitgide zayıflayan bir hafızaya sahip. Bir gün, artık iyice zayıflayan elektrik kablolarının gözlerine ışık taşımayacağının bilincinde fakat bunu dert etmiyor. Tek üzüldüğü parlak, cakalı, genç lambaların onun yokluğunu fırsat bilip küstah gözlerini Akvezir Çıkmazı'na dikecek olması. Bu sokak bile olamamış yerde insanlar, hayvanlar, arabalar, çöp kutuları, bahçe çitleri ve daha pek çoğu, geceleri loş bir ışıkla aydınlanmaya alışık. Göz alan, insanı rahatsız eden, gecenin sadece karanlığını değil mahremiyetini de yırtan ışıklara yabancı bu çıkmazın sakinleri.

Bu mahremiyet meselesinden başka kafasını yoran bir şey de yok. Artık umursamıyor sokak lambası, ne etrafında dönen pervaneleri, ne dibine dökülen çöpleri...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder